7/12/2013

kendime not

sinirlenmen hiçbir şeyi değiştirmiyor.

karşındaki seni anlamadıkça istediğin kadar sinirlen, üzül, moralini boz, ağla, sızla, hiçbir şey değişmiyor.
"aslında istediğim çok bir şey değil" diyorsun kendi kendine ama nafile. istediğin anlaşılmak ki bu da az bir şey değil tatlım. anlaşılmadığın sürece kaybeden sensin. anlaşılmadığın sürece yalnız kalan, kenara itilen, umursanmayan yine sensin.

kitabın en yıpranmış sayfasındaki en silik karakter olarak göze çarpmaya mahkumsun.

malesef bunlar gerçekler ve bunları kendine sıklıkla hatırlatmalısın.

seni rahatsız eden bir konuyu paylaştığında gösterdiği o umursamazlığı alıp götüne sokmak istiyorsun ama yapamayacağını ikimizde biliyoruz. aslında senin umursadığın kadar o umursamıyor. aranızdaki fark bu kadar büyük ama sen görmemekte ısrar ediyorsun.

hep şarkılardaki gibi mutlu, birbirine aşık, birbirinin üstüne titreyen kişiler olmanızı hayal ediyordun ama onlar da yalan. yok öyle şey senin için. onları hep başkaları yaşar ve sen elindekiyle avunup, avunmayı da geçtim, elindekini baş tacı edip mutluluğun zirvesine çıkmaya çalışırsın. her seferinde düşüşün de bir o kadar hazin olur ama bir vasat güzel sözle apar topar olduğun yerden kalkar ve yine onu başının üstüne koyar, yola devam edersin. sen bu kadar da zavallısın.

seni hak eden biriyle olamayacaksın. o kadar şanslı da değilsin. seni gerçekten seven, sana saygı duyan, seni el üstünde tutan, herkesin içindeyken bile senin gözünün içinden gözlerini ayırmayan biri asla karşına bir sandalye çekip seninle bir bardak çay bile içmeyecek. hep içerleyeceksin bu yüzden kendi kendine.

zamanla kendini sevmemeye başlayacak, hatayı tamamen kendinde bulacaksın. bu noktaya geldiğinde zaten aşktan meşkten hevesin geçmiş, insan sevgin sıfırlanmış olacak. seni buraya getirenlere lanet edeceksin. baş tacı ettiklerine her gün ah edeceksin ama iş işten geçmiş olacak. onlar çoktan başkalarını, hak etmeyenleri baş tacı etmiş olacaklar. onların üstüne titriyor, onları el üstünde tutuyor, onların gözlerinden gözlerini ayırmıyor olacaklar.

sen yine kaybedeceksin.

hak ettiğini bu dünyada bulamayan tek sen değilsin, bunu unutma. ben seni çok seviyorum, bunu da hatırla.





10/29/2012

kısır döngü

"Yaşamanın kolay bir yolunu bulur bulmaz buraya yazacağım" demiştim.
Hala bulamadım.

b.

11/15/2011

saç-ma

"seviyorum, öyleyse yokum" diye saçmayalasım geldi.

b.

11/13/2011

7 gün +1

Gün 1

manavdan çilek almıştım, önünden geçerken kokusu güzel gelmişti ve sen de seviyorsun diye akşam yemeğinden sonra film izlerken yeriz dedim. akşam yemeğine ne yapacağımı düşündüm, güzel olacak.

---

bu abuk şakalarından biri olmalı ya da zayıf anlarından biri.

bu mektup abuk şakalarının veya zayıf anlarından birinin sonucu olmalı.

nefes almalıyım, biliyorum. sayfaları bi kenara koymalı, tekrar okumamalıyım.

nefes al, nefes ver, nefes al, nefes ver…

Gün 2

ablam bizim dairede kalmama izin vermedi bu akşam, onların evine götürdü zorla. istediğim kadar ağlayabileceğimi, sorun olmayacağını söyleyip durdular. yarım saat sonra, İstanbul'un iğrenç trafiğinde radyoda çalan acıklı şarkıya bağıra bağıra ağlamamak için sıktığım çenemin ebem sikilmiş gibi ağrıdığını hissettim. daha önce hiç böyle olmamıştım.

ağlayabilirsin de dediler halbuki.

iyi şeyler düşünmeye çalışıyordum, başka bi'şeyler, herhangi bi'şey, senden başka, bugün olanlardan başka her ne varsa bu siktiğimin dünyasında onu düşünmek istiyordum. bıraktığın mektup sayfaları ve boş dolap en son düşünmek istediklerimin arasında bile değillerdi ama ilk sırada bunlar vardı düşüncelerimde.

babamı arayıp durumu anlattılar. acaba hiç babamı güldürecek bi olaya imza atabilecek miyim hayatımda diye düşünmeye başladım o an.

benim ismimin anlamı "iyi haber" oysa, ne nerede yanlış gitti bilmiyorum.

Gün 3

"dairemize" geri geldim, kanepeye oturdum, sol tarafını senin için boş bırakır gibi bi halim vardı. duvardaki resimlerimize baktım, geriye yaslandım. duvarlar üstüne üstüne yürür derler ya, yürüyorlarmış. evdeki herşey çantasını toplayıp ben görmeden usulca kaçacak gibi görünüyorlardı gözüme.

içimdeki sel, Nuh'u bile kıskandırırdı.


Gün 4

uyuyamıyorum. insan her uykuya daldığında kabusla uyanır mı? uyanıyormuş. güzel rüyalar da görsem uyandığımda gerçeğimin rüyamdan ne kadar farlı olduğu dank ettiğinde her biri son hızla kabusların en kötüsüne dönüşüyordu. bugün 4.gün, asırlar geçmiş gibi geliyor. kediyi bile görmek istemiyorum. sen bokunu püsürüğünü çantana tıkıp korkakça kaçarken öylece seyretti mi gidişini? nasıl?

sanırım akli dengem senin uçağınla beraber beni terk etti.

Gün 5

işe gitmiyorum günlerdir, kimseyle konuşmuyorum, yemek yemeyi de bıraktım, içimden gelmiyor. herşey aklımdan silinmiş, sadece gidişin var düşüncelerimde. seni artık istemiyorum, evet bu kadar hızlı. ben sadece gidişinin verdiği üzüntüyü de alıp gidebilseydin istiyorum.

kırık dökük bi hiçbi şeyim.

Gün 6

zaman herşeyi iyileştirir derler, zamanla unutursun falan filan.
herşey sonunda iyi olurmuş.
ben daha iyisini hak ediyormuşum.
bu reklam kokan hollywood repliklerini götlerine soksunlar.

Gün 7

nasılsın? biraz daha iyi misin? yazmışsın. ne cürretle?
hayır, değilim.
siktir git.

Gün 8

bunları yazmak beni bir nebze hastalıklı bir şekilde iyi hissettiriyor, artık yazmama kararı aldım.
hayat çok boktan bi film.
benden bu kadar.

6/23/2011

knowing or not knowing

how can one survive without knowing? is breathing surviving? is it necessary at all to survive when you don't know what you need to know? what if i never know? what's the point of existence then?
what's so good about me being in this world?

i don't know.

b.